SES Genel Başkanı Köksal Aydın ile Söyleşi: Elif Bozkurt(Yarınlar Dergisi sayı:7)
AKP hükümeti tarafından yürürlüğe koyulmaya çalışılan Genel Sağlık Sigortası (GSS) uygulaması sağlık alanında kritik bir aşama mıdır? Uzun bir süredir uygulanan neoliberal sağlık politikalarından farkı nedir?
GSS çok kritik bir aşama. Aslında 1980’lerde 24 Ocak kararlarıyla başlayan süreçte kamusal alanın bütününde ve özelde de sağlık ve sosyal hizmet alanında bir neoliberal program uygulanıyor. Bu daha önceki hükümetler döneminde ağır ağır uygulanan bir programdı. Önce var olan kamusal sistem deforme ediliyordu, yeterince yatırım yapılmayarak, personel açığı giderilmeyerek, çalışanların ekonomik özlük hakları karşılanmayarak, toplumda bir hoşnutsuzluk ve hizmette bir yetersizlik tablosu oluşturuluyordu. AKP hükümeti dönemiyle beraber, bu yaratılan hoşnutsuzluk bir değişimin, dönüşümün fırsatı olarak görüldü ve dönüşüm süreci bir hayli hızlandı. Tabii onların sağlıkta dönüşüm olarak adlandırdıkları bu program bizim açımızdan ve toplum açısından bir yıkım programı. Çünkü temel hedefi sağlık hizmetlerini özelleştirmek, sağlık hizmetlerinin piyasa eliyle yürütülmesini sağlamak ve sosyal devlet olmaktan kaynaklı devletin sağlık alanındaki yükümlülüklerini ortadan kaldırıp bu alanı piyasaya devretmek ve hizmeti de paralı hale getirmek. Bu uygulamanın AKP döneminde hızlandırıldığından bahsetmiştim; dolayısıyla bizim de AKP döneminde geçmişten bu güne yürüttüğümüz mücadele bu dönemde hızlandı. Hem çalışanların sorunları hem de toplumun bir bütün olarak sağlık hakkı talebi üzerinden bir mücadele yürütüyoruz.
GSS yürürlüğe girerse bu sistemin topluma maliyeti ne olacak? SES bu yıkıma karşı sesini nasıl yükseltiyor?
Bu program var olan hakkı kullanılamaz hale getiriyor. Sağlıkta eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor ve bir zihniyet değişikliğiyle çalışanları rekabetçi bir anlayışa itiyor, toplumu da adeta sağlık müşterisi haline getiriyor. Özellikle son 8 aydır hızlanan bu süreçte biz de bu bütünlüklü saldırıya karşı bütünlüklü bir yanıt verme kaygısıyla “her şeyin başı sağlık, sağlıkta yıkımı durduralım” temalı, başta sağlık emekçileri olmak üzere toplumun tüm kesimlerini harekete geçirmeyi hedefleyen kapsamlı bir mücadele programı oluşturduk. Türkiye çapında toplam 8 bölgede yaptığımız eylemlerle sağlık alanındaki bu yıkım tablosunu tüm toplumla paylaşmaya çalıştık. 14 Mart biliyorsunuz tıp bayramı ancak biz bu koşullarda bu günü bayram olarak göremezdik. Yetmiş milyonun sağlık hakkının gasp edildiği, piyasalaştırıldığı, çalışanlara iş güvencesiz, adeta kölelik şartlarıyla çalışmanın öngörüldüğü bir ortamda biz bu günü var olan sorunlarımızı toplumla paylaşabileceğimiz ve yine toplumla beraber sağlık alanında yaşanan bir dizi olumsuzluğa karşı kendi kamusal alternatiflerimizi sunabileceğimiz bir gün olarak adlettik ve 14 Martta kamuoyunun da bildiği üzere “g(ö)revdeydik”.
Toplumla beraber mücadele etmek için çabaladığınızı belirttiniz. Şu anki noktada toplumda GSS ile ilgili genel tepkiyi ne düzeyde görüyorsunuz? Yolun neresindeyiz?
Şu an için toplumda bu yıkımın getireceği sonuçların neler olacağına dair bilinç düzeyi eksik. Ancak biz biliyoruz ki bu bir ön hazırlık ve geçiş dönemi. Asla ve asla umutsuz ve karamsar değiliz. Birçok alanda durum şu an böyle. Büyük tepkiler önümüzdeki dönemde birçok alanda ortaya çıkacak. Biz şunun farkındayız, bugün Türkiye’ye IMF ve Dünya Bankası eliyle dayatılan sağlıkta yıkım programının getireceği tek şey yetmiş milyon için büyük bir yıkım ve biz bir dakika bile kaybedecek zamanımızın olmadığını da görüyoruz. Bir biriktirme sürecindeyiz. Bu sürecin sonunda toplumsal muhalefet daha da olgunlaşacaktır.
Buradaki bir dezavantajlı durum da şu: hükümet toplumu yanıltacak hamleler yapıyor; örneğin sağlık çalışanlarına hareket kabiliyetlerini kısıtlamak ve eylemliliklerin önünü kesmek için bu dönemde döner sermaye adı altında neredeyse maaşlarına özdeş geçici bir ücret dağıtıyor; yasada açık bir şekilde sağlık hizmetlerinin paralı olacağı maddesi bulunmasına rağmen paralı sağlık sistemini uygulamaya şimdi sokmuyor. Keza aile hekimliği pilot uygulamasında sevk zorunluluğu olmasına rağmen bunu uygulamaya henüz geçmedi. Yani hükümet tepki alacağı her konuda son derece popülist ve tehlikeli önlemler almaya çalışıyor. Sırf kendi programını topluma kabul ettirebilmek için asıl tehdidi belli bir süreliğine kamufle ediyor. Bundan dolayı da vatandaş bizim gördüğümüz şeyleri şu an tam olarak göremiyor. Ama bu hissetmeyeceği, görmeyeceği anlamına gelmiyor çünkü programın hedefi çok açık. Uygulandığı ülkelerdeki sonuçları oldukça dramatik. Vahşet diyebileceğimiz bir programdan söz ediyoruz. Biz şu anda bıkmadan usanmadan bir kez daha bir kez daha bunu anlatmakla yükümlüyüz.
Yıkım programına karşılık sizin alternatif bir sağlık programınız var mı? Alternatif bir sağlık sistemi için dünyada örnek alınabilecek bir model görüyor musunuz?
Sağlık sisteminde örnek alınacak bir ülke yerine Türkiye’nin kendi birikimlerini masaya yatırmamız gerekir. Tabiî ki bunun yanı sıra dünyadaki modelleri de inceleyebiliriz. Öncelikle dünyadaki modelleri masaya yatırıp bir tercih yapmalıyız. Şuna karar vereceğiz: sağlık hizmetlerinin piyasa eliyle yürütüldüğü ve tedavi ağırlıklı yani yüksek oranlarda para döngüsünün, maliyet döngüsünün olduğu tedavi ağırlıklı piyasacı sağlık modelleri mi daha başarılıdır yoksa kamu eliyle sağlık hizmetinin yürütüldüğü koruyucu sağlık hizmetlerine yani insanları hastalandırmamak üzerine kurulu sağlık hizmetleri mi daha başarılıdır? Bunun ölçütleri var, bir ucunda Amerika durur bunun; çünkü Amerika neredeyse tamamen piyasacı bir modeldir, kişi başı sağlık harcamasının en yüksek olduğu ülkedir ama elde ettiği sonuçlar itibarıyla dünyanın en başarısız ülkelerinden biridir. Bir başka uçta ifade edebileceğimiz model de Küba modelidir; hizmet tamamen kamusaldır, kişi başı sağlık harcaması çok düşüktür, ama elde ettiği toplumsal sonuçlar Amerika’dan çok daha başarılıdır. Bir yanda yılda kişi başı 4500 dolar harcayan bir Amerika var öbür yanda kişi başı yılda 100 dolar harcayan bir Küba var. Arada maliyet anlamında kırk beş katlık bir fark olmasına rağmen elde edilen sonuçlara bakıldığında 100 dolarlık sistem daha başarılı. Bunun bilimsel bir yorumunu yapmalıyız: evet kamusal sağlık sistemleri daha başarılıdır.
Biz sağlıkta eşitlikçi modellerden yanayız çünkü sağlık sorunu bireylerin kişisel sorunları değildir. Düşünün bir kuş gribi salgınında sizin kamusal bir sağlık sisteminiz varsa toplumu korursunuz, bunun maliyeti çok daha ucuzdur, hem insancıldır hem de toplumsal yarar açısından bakıldığında diğeriyle kıyaslanmayacak kadar yararlı ve pozitif bir olgudur. Yoksa hastalık gelir kapınıza dayanır, topluma bulaşır, bulaştıktan sonra da en yüksek teknolojili hastanelerde yalnızca ve yalnızca parası olanlar tedavi edilir ve gerisi kaybedilir.
Biz bir ülkenin sağlık alanında ne derece başarılı olduğunu bir takım standart parametrelerle ölçüyoruz, bu ölçülerle baktığımızda Türkiye’deki var olan kamusal sağlık sisteminin bilinçli bir şekilde deforme edilip IMF ve DB talepleri doğrultusunda, küresel sermayenin talepleri doğrultusunda piyasalaştırıldığı ve bunun sonucunda eşitsizliğin arttığı, sadece parası olanların yaşayabildiği, olmayanların ölüme mahkum edildiği bir gidişatla burun burunayız. Bizim temel itirazımız da bunadır. Uluslar arası deneyimler ve Türkiye’nin kendi deneyimlerini eklediğinizde bu neoliberal sağlıkta dönüşüm programının alternatifi vardır ancak öncelikle bu tercihi yapmak kaydıyla; bu tercih temel bir tercihtir; bunu yapmadan atacağınız hiçbir adım sizi doğru sonuçlara götürmez. Biz 2005 yılı Aralık ayında yaptığımız sağlık kurultayında “eşit, ücretsiz, nitelikli başka bir sağlık sistemi mümkündür” dedik. Bu yıkıma alternatif olabilecek kamusal bir sağlık sistemi mümkündür dedik. Bilimsel verilerle bunun nasıl hayata geçirilebileceğini tartıştık ve çıkardığımız sonuç şudur ki siyasi irade karar verdiği andan itibaren bir-iki yıl gibi bir süre içerisinde bütün toplumu kucaklayabilecek, son derece ekonomik ve eşitlikçi bir kamusal sistem inşa edilebilir. Bunun için finansman kaynağı da vardır Türkiye’de. En önemli kalemlerden birisi bu yıkım programında kamudan özele aktarılan kaynaktır. Kamu kaynağını kamuda tuttuğunuz andan itibaren finansman sorununu zaten büyük ölçüde çözmüş oluyorsunuz. Bir toplumun sağlığından öte önemli hiçbir şey olamaz dediğinizde bütçede bir takım kalemlerden (faiz dışı fazla dahil) sağlık alanına kaynak aktarma şansınız olur. Bugün sokakta işsiz dolaşan yüzlerce sağlık emekçisi var. Deneyimli insan gücü Türkiye’de yalnızca sayısal olarak değil niteliksel olarak da yeterince var. Kadrolaşma yerine liyakate dayalı atamalar yapılırsa ve çalışanların söz yetki karar haklarına saygı duyulursa bunun topluma yansıması da hoşnutluğun arttığı bir sağlık hizmeti olarak kendisini gösterir. Bu siyasilerin bu yolu tercih etmeyeceği açık. Buradan hareketle geriye toplumun kendi hakkına sahip çıkması kalıyor.
İthal hekim tartışması
İthal hekim getirtilmesine iki noktada karşı çıkıyoruz. Birincisi Türkiye’de yeterince hekim yetişiyor, yeterince tıp fakültesi var. Hükümet kamusal sağlık hizmeti sunumundan çekiliyor. Kamusal sağlık hizmetinden çekilmek istedikleri için de hekim istihdamıyla ilgili son derece yanlış uygulamalara imza atıyorlar. Mevcut hekim sayısı bu yanlış uygulamalar yüzünden doğru şekilde değerlendirilemiyor. İkinci sorunsa bu işin piyasanın taleplerine göre ucuz işgücü yaratmaya dönük yanı. Sayın bakan bizzat açıkladı, Dubai sermayesinin talebi üzerine ithal hekim mevzusunu gündeme getirdiklerini itiraf ediyorlar. Bu ülkede kırlarda kentlerde yetmiş milyon nüfus var. Biz toplum adına yıllardır bu bakandan kamusal sağlık hizmeti için bir sürü şey talep ettik. Bu taleplerimizin hiçbirine olumlu yanıt verilmedi. Ama ne zamanki bir sermaye grubu bir talepte bulunuyor, hükümet derhal harekete geçiyor. Bu bir tercih ve AKP hükümeti de tercihini piyasadan yana yapıyor.
Medikolar tarih oluyor
Medikoların kapatılması tartışmasının kaynağı da yine GSS. Bu yasa TBMMde iki kez kabul edildi. 1 Ocak 2007’de yürürlüğe girecekti ama anayasa mahkemesinin Aralık ayında bu yasayla ilgili 17 maddeyi iptal etmesi üzerine yasanın yürürlük tarihi Temmuz ayına ertelendi. Ama bu iptal edilen maddelerle ilgili henüz bir düzenleme yapılmadı. Geçtiğimiz günlerde de çalışma bakanı bu yasanın 2008 yılına kaldığını açıkladı. GSS ile bu güne kadar emekli sandığı, bağkur, ssk ve yeşil kart üzerinden sunulan sağlık hizmetleri ve sağlık ocakları ile sağlık evlerinde sunulan ücretsiz sağlık hizmetleri bitirilip ssk, bağkur, emekli sandığı ve yeşil kart birleştirilecek, ücretsiz sunulan tüm hizmetler ücretli hale getirilecek ve prim ödemeyen hiç kimse sağlık hizmetinden yararlanamayacak. Mediko sosyaller üniversitelerin kendilerine özgü, öğrenciye sağlık hizmeti sunmak için kurdukları yapılar. GSS’ye geçildiği andan itibaren artık sağlıkla ilgili her konunun finansman kaynağı genel sağlık sigortası oluyor ve üniversitelerin de ayrı bir güvence oluşturması ortadan kaldırılıyor. Yani öğrenci sağlık karnesi bitiyor. Prim ödemeyenin sağlık hizmeti alamayacağı ortamda da mediko sosyaller fiilen ortadan kaldırılacaktır. Toplumun tümü GSS’ye tabi tutulurken üniversiteler de bundan payını böyle alıyor, yasa burada açık bir kapı bırakmıyor. Ailesinden gelen bir sağlık güvencesi olmayan ya da yaşı dolayısıyla ailesinin güvencesine tabi olamayan öğrenci için sağlık hizmeti almanın tek yolu da kendisinin prim ödemesi olarak tarif ediliyor.