Günümüz Türkiye’sinde güven içinde yaşayabilen tek bir insan bile kalmamış durumdadır. Vatandaşların en başta can güvenliğini sağlamakla yükümlü olan siyasal iktidar kar hırsı adına bu görevlerinden vazgeçtikçe her gün onlarca insanımızın önlenebilir sebeplerle hayatını kaybettiğine şahit oluyor, üzülüyor, kendimizin ve sevdiklerimizin hayatları için de kaygıya kapılıyoruz. Okulda üzerine lavabo düşen, serviste unutulup hayatını kaybeden çocuklardan yurtlarda yanarak hayatını kaybedenlere, madende göçük altında kalanlara, inşaatlarda hemen her gün iş cinayeti yaşanmasına, maganda kurşununa balkonda yakalananından en küçük depremde tuzla buz olan binaların altında hayatını kaybedenlere, kışlada yemekten zehirlenen erlere her gün farklı şekillerde öldürülüyoruz.

Güvenlik meselesinin en temel bileşenlerinden olan gıda güvenliği de yine hepimizin korkulu rüyası. Hemen hepimiz çocuğumuza ne yedirdiğimizi, kendimiz ne tükettiğimizi bilememenin kıskacındayız. GDO’lu ürünler her tarafımızı sarmış durumda. Temel tüketim maddeleri ithalata bağımlı halde. Kendi ürettiğimiz gıdalar gümrüklerde sağlıksız olduğu gerekçesiyle reddedildiğinde iç pazara sürülmekte. Pazar filemizi neyin doldurduğunu bilemez haldeyiz.

Karın insan sağlığından üstün tutulduğu iktidar anlayışının sonuçları her alanda karşımızda. Tarım bitirilme noktasına getirildi, derelerimiz zehirleniyor, toprağımıza siyanür karışıyor, ormanlarımız yok ediliyor. Bile isteye bitirilen hayvan yetiştiriciliği “daha ucuz” denilerek yerini hayvan ithalatına bırakmış durumda. Üstelik yine karı maksimize edebilmek için alınması gereken en temel asgari önlemler bile alınmamakta, yurtdışından getirilen hayvanlar veteriner kontrolünden dahi geçirilmemekte, sınırda bekletilmesi gereken süre yok sayılmakta, denetimsiz bir şekilde bu hayvanlar iç pazara sunulmaktadır. Aynı aklın sonucunu defalarca yaşadık, birkaç yol önce ithal edilen hayvanlarda E. Coli bulunduğu tespit edildi, bunu Polonya’dan ithal edilmiş deli dana hastalığına sahip hayvanlar izledi, şimdi ise Kurban Bayramı’nı takiben hepimizin tüylerini diken diken eden bir durumla karşı karşıyayız. Şarbon mikronu taşıyan hayvanlar satın alınmış, iç pazara sunulmuş, mezbahalarda bu hastalığı taşıyan-taşımayan hayvanları yan yana kesilmiş, şarbonu buzdolaplarına doldurmuş durumdayız! Etler dolaptan inip tencereye girdikçe hastanelere başvurular artmakta.

Son derece bulaşıcı ve zaman zaman ölümcül olabilen şarbon, sporlu bir bakterinin neden olduğu, bu bakteriyi taşıyan otçul hayvanlarla temas, etlerinin tüketilmesi veya bu hayvanlardan havaya karışan bakteri sporlarının solunumu yoluyla insanlara geçebilen bir hastalıktır. Bacillus anthracis isimli bakteri ile temas sonucunda birkaç tür hastalık ortaya çıkmaktadır. Bu bakteri ile temas, halk arasında kara çıban olarak bilinen deri hastalığına, hastalığı taşıyan hayvanlara ait ürünlerin tüketilmesi mide-barsak şarbonuna, bakteri sporlarının solunumu hızlıca ölüme neden olabilen akciğer şarbonuna neden olabilmektedir. Üstelik sporları sayesinde dış çevre şartlarına çok dayanıklı olan bu bakteri yıllarca sularda, toprakta uykuya yatabilmekte, üreyebileceği bir canlıya bulaşması halinde hastalığın hortlamasına neden olmaktadır. İnsandan insana geçişi gösterilmemiş bu hastalıktan korunmanın yolu hastalığa sahip olduğu tespit edilen bölgenin derhal karantinaya alınarak çevreyle temasının kesilmesi, hastalığa sahip ürünlerin kireçle gömülerek izole edilmesi, hastalığa yakalanmış insanlara ise hiç vakit kaybetmeden tedavi başlanmasıdır. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yüzlerce insan bu hastalık endişesiyle sağlık kurumlarına başvurmakta ve başvuranların bir kısmında hastalık teşhis edilmekte, başkentin ortasında karantina alanları oluşmaktayken yetkililer hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya devam etmektedir. Oysaki bu konu hakkında Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı alınması gereken bilimsel önlemleri almış olmalı, ithal edilen hayvanları belirli süre gözetimde tutmalı, hastalık yönünden veteriner kontrolünden geçirmeli ve aşılarını yaptırmalıydı. Ancak üzülerek öğreniyoruz ki bu önlemlerin hiç biri alınmadığı gibi, veteriner görevlendirme masrafından kaçınmak için 5-6 aydır ithal edilen hayvanlar sağlık kontrolünden de geçirilmemektedir.

Bu halk sağlığı skandalının sorumluları derhal istifa etmeli, yargı önünde hesap vermeli, hayvan ithalatında gerekli güvenlik önlemleri uygulanmalı, ithal hayvan sevdasından vazgeçilip yerli üretim yapılmalı ve insanların en temel hakkı olan yaşam hakkının yine en temel bileşenlerinden olan gıda güvenliği ve gıda güvencesi sağlanmalıdır.

 

Merkez Yönetim Kurulu

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]