8. DÖNEM 1. MERKEZ TEMSİLCİLER KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ

Facebook
Twitter
WhatsApp

8. Dönem 1. MTK 26-27 Haziran 2014 tarihlerinde Merkez Yönetim Kurulu, Merkez Denetleme Kurulu ve Merkez Disiplin Kurulu üyeleri ile birlikte 51 şube/temsilciliğimizden toplam 91 temsilcinin katılımı ile toplandı. Toplantıya Afyon, Ardahan, Artvin, Balıkesir, Çanakkale, Edirne, Elazığ, Erzincan, Giresun, Isparta, Kars, Kahramanmaraş, Kırşehir, Kilis, Nevşehir, Osmaniye, Rize, Sinop, Tekirdağ ve Uşak illerinden katılım olmamıştır. Herhangi bir mazeret de bildirilmemişlerdir. Katılan temsilciler şube / temsilcilik adına ve bireysel olmak üzere gündeme ilişkin görüşlerini bildirmişlerdir. Sonuç bildirgesi, bu görüş ve öneriler doğrultusunda hazırlanmıştır.

Geçmiş Sürecin Değerlendirilmesi

Dünyada, Ortadoğu da ve özelde de ülkemizde; Siyasal alanda, emek alanında ve bir bütün olarak toplumsal alanda çeşitli gelişmelerin çok hızlı yaşandığı yoğun bir dönem yaşıyoruz

Kapitalist hegemonyanın son iki yüzyıllık Ortadoğu politikaları günümüzde binlerce yıldır bir arada yaşamış halklar, inançlar, kültürler, renkler mozaiği oluşturmuş bu bölgenin toplumunun artık bir arada yaşamayacağı bir hale gelmesine neden olmuştur. Bunun en önemli nedeni ulus devlet anlayışının yarattığı tekçi zihniyet yapılanmasıdır. Bu zihniyet yapılanması bugün Irak’ta IŞİD eliyle Arap milliyetçiliğine ve Sünni mezhepçiliğine dayanan bir yapılanmaya dönüşerek başka halklara ve inançlara kan kusturmayı amaçlamaktadır. Irak’ın fiilen üçe bölünmesi ile sonuçlanan İŞİD saldırıları; başta Kürtler olmak üzere bağımsızlık savaşı veren halkların ve farklı mezheplerin kritik rolünü bir kez daha göstermiştir. El-kaide’ye bağlı İŞİD çeteleri, Türkiye, Körfez Ülkeleri ve Uluslararası hegemonik güçler tarafından yaratılmıştır. Arkasındaki destek ile ABD işgalinden sonra gücünü kaybeden Irak’ta birçok bölgenin denetimini hiç savaşmadan ele geçirmiştir. Suriye’de sürmekte olan iç savaşta kendi demokratik öz yönetimlerini oluşturan Rojava’da halklara katliam boyutunda saldırılar yapmıştır. Bu çetelerle savaşmak sadece Ortadoğu halklarının sorunu olmamalı ve insanlık adına yola çıkan tüm güçlerin insanlığa karşı tehlike olan bu güçlerle savaşmaları, çetelere sağlanan tüm desteklerin engellenmesi için çalışmaları gerekmektedir.

Ortadoğu’da 1. Dünya Savaşı sonrasında çizilen sykes-picot sınırları diye de adlandırılan sınırlar yeniden çizilmeye başlanmıştır. Uluslararası hegemonik güçler sayesinde bölgede yaratılan statükocu devlet anlayışının en büyük çıkmazı halklara demokrasi ve özgürlük sunmak yerine, sömürü ve asimilasyon politikalarını tercih etmesidir. İzlenen ulus devletçi ve dini istismar eden politikalara alternatif olarak demokrasi cephesi güçlenmediği taktirde daha otoriter rejimlerin kurulması tehdidi içinden geçtiğimiz dönemde açıkça ortaya çıkmıştır.

Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilirken Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri için hazırlık yapılmaktadır. CHP ve MHP’nin ortaklaşa çıkardıkları aday artık beyaz Türk faşist geleneğin, yeşil Türk faşist gelenekle tamamen yer değiştirdiğini göstermektedir. Oysa bugün Türkiye’nin ihtiyacı, demokratikleşmenin ve çözüm sürecinin önündeki engellerin kaldırılmasında teşvik edici olacak, Kürt sorununun çözümü, bölgede giderek bir mezhep savaşına sürülme ihtimaline karşı somut tutum alabilecek, muhafazakâr ve ulusalcı hezeyanlar ve neoliberal politikalar karşısında emeği, özgürlükleri, demokrasiyi, sol değerleri ve emekçi yoksul halkın haklarını benimseyen bir Cumhurbaşkanıdır.

Bugün Kuzey Kürdistan’da Lice direnişi üzerinden ortaya çıkan tablo, kendi içinde geçmişten kalan sorunları çözemeyen statükocu devlet anlayışının Ortadoğu’daki gibi çıkmaza sürükleneceğidir. Bir taraftan çözümden bahsediyor, Amed’de çalıştay yapıyor; diğer taraftan da Lice’de katletme planlarını uyguluyor. Bir polis devleti gibi her yerde insanlara şiddetle yaklaşıyor. Sadece Kürdistan da değil Türkiye’de de aynı şekilde bir ‘polis devleti’ anlayışı söz konusu. Kürt sorununda demokratik çözümü geliştirmek için öncelikle demokratik bir zihniyete sahip olmak şarttır. Demokrasi olmadan Kürt sorununun çözümü mümkün değildir. Bu açıdan Kürt sorunun çözümü Türkiye’yi demokratikleştirecek önemli bir aşama olacaktır. Demokrasi ve özgürlükler garanti altına alınmadığı sürece savaşların her an yeniden başlayabileceği gerçeği önümüzde durmaktadır. Tüm bu politik gelişmelerin kadınlara, emekçilere ve ezilen halk, kültür ve inanç gruplarına yönelik yaşamsal etkileri artmaktadır. Sendikaların gelişebilmesi, kazanım elde edebilmesi ile yürüttüğü emek ve demokrasi mücadelesi açısından da demokrasi ve özgürlüklerin teminat altında olması temel bir ihtiyaç halindedir. Gezi eylemleriyle başlayan süreç ülkenin daha demokratik bir geleceğinin oluşması potansiyellerini açığa çıkarmış ve başka bir seçeneği güçlendirmiştir. Gezi direnişini günlere hapsetmek  gezinin yarattığa ruha haksızlıktır. Esas olan bu direnişi sürdürmektir.

Bu ülkede antidemokratik uygulamalardan en fazlada cezaevlerindeki tutsaklar payını alıyor.

Türkiye tarihinin en çarpıcı yanlarından biri de cezaevlerindeki uygulamalardır. Bugün cezaevlerindeki gerçeklik, büyük bir insanlık ayıbıdır.

Cezaevi, toplumları sindirmede bir araç olarak kullanılmaktadır.

Şu anda Türkiye’de siyasi soykırım operasyonları sonucu on binden fazla siyasi tutsak ve devrimciler zindanlara doldurulmuştur. Daha doğrusu zindanlarda rehin tutuluyor. Bunlardan beş yüzden fazlası ölümcül hastadır. Bunlar için kamuoyu birçok eylem yapmasına rağmen hiçbirisi bırakılmamaktadır. Bu nedenle bir bir ölümler yaşanmaktadır. Yürütülen süreçte müzakere konusu bile edilemeyecek olan tamamıyla insani ve vicdani bir mesela olan hasta mahpuslarla ilgili, siyasal iktidar, çözüm niyeti olduğuna dair halkımızın güvenini sağlamak durumunda. Ancak hükümet şu ana kadarki politik yaklaşımıyla güven telkin etmek bir yana, sürece dair ilk başlarda oluşan iyimser havayı da özellikle hasta mahpuslar konusunda giderek dağıtıyor. Hapishanelerde sağlığını yitiren ve durumu ağırlaşan hasta mahpuslar için tek kurtuluş yolu serbest bırakılmaları, özgür yaşama ve farklı tedavi olanaklarından yararlanabilmeleridir. Sonuç olarak Cezaevleri başlı başına bir sağlıksızlıktır.

Hak ihlalleri açısından AKP’nin iktidar dönemine bakalım. Son on yılda devlet tarafından öldürülen sivil halk sayısı 801’dür. 22’i çocuktur. Ve bu katliamlardan sorumlu olanların hiç birine ciddi bir hukuki yaptırım uygulanmamıştır. Bir yıl kıdem dondurma cezası gibi eften püften cezalar. Tabi zaman geçtikçe, kamuoyu unuttukça olanları, kıdem dondurmayla, kınama cezaları almış katillerin terfi ve madalyalarla gönlü alınmıştır.  Hatta daha gerilere de bakabiliriz. Bu konuda farklı hükümetlerin karnesinin AKP’nin karnesinden farkı yoktur. Yani şunu anlayalım. Devlet katildir. Katilleri, zulmü koruma, meşrulaştırma sistemidir.

Devlet sadece özgürlük, eşitlik ve barış savunucularını katletmiyor. Çalışma yaşamında uyguladığı politikalarla her gün emekçileri, işçileri katlediyor. Türkiye’de iş cinayetleri bakımından katliam haberlerini duymadığımız bir gün yok gibidir.

İş cinayetlerinde ve buralarda yaşanan can kaybında Türkiye dünya sıralamasında rekora koşuyor. Gün geçmiyor ki bir işçi cinayeti olmasın, gün geçmiyor ki bir emekçi ölmesin. Manisa’nın Soma ilçesinde, Şırnak’ta, Karaman’da Zonguldak’ta ki maden ocaklarında yaşanan katliamlar yine yüreklerimizi yaktı. Şekli nasıl olursa olsun her gün yeni bir katliam haberi duymakta ya da yaşamaktayız. İster bir kişi, isterse yüzlerce olsun, günlük yaşamda işçi cinayetleri sonucu yaşanan ölümler, katliamdan başka bir şey değildir. Çalışma hayatında hiçbir yaşam garantisi ve güvencesi olmayan, evine ekmek götürmek için çalışan bu insanların yaşadıkları gerçekten bir kader mi? Yoksa insanların emeği üzerinde kendi sistemini oluşturarak para kazananların, insan yaşamını hiçe sayanların vicdansızlığı mıdır? Bırakalım insan emeğinin değerini, insan yaşamının değersizleştiği bir dönemde yaşamaktayız. İnsanlar bir lokma ekmek için her gün ölüm çukurlarına girmekte, hem de hiçbir güvencesi ve seçim olanakları olmayan, tek yaşam seçeneği olarak sunulan ölüm çukurlarına. Bu işin sorumlularından olan başbakanın ‘bu işin fıtratında bu vardır’ değerlendirmesi de gösteriyor ki; bu katliamlardan sorumlu olanlardan hiçbir şekilde hesap sormayacaklar ve bunun gibi nice katliamları birçok defa göreceğiz ve yaşayacağız. Oysaki bunun bir kader olmadığını en iyi bilendi bu değerlendirmeyi yapan başbakan.

İnsan yaşamının katliamı ve emeğinin sömürüsü üzerine kurulan bu sistemin kirli politikalarının deşifre olmayan bir yanı kalmamıştır. Bunun için bu sisteme karşı örgütlü ve güçlü mücadele yöntemlerini geliştirmek, bu sistemi ve sahiplerini kendi ölüm çukurlarına gömmek olacaktır Faili meçhul geleneği güçlü bu devletten iş kazaları adıyla yürütülen bu katliamların sorumlularını bulmasını beklemekse en hafif deyimle gaflet olur.

İki seçeneğimiz var;

Ya “kader” diyeceğiz, bağrımıza taş basıp yine ekmek için yollara düşeceğiz. Madenlerde, inşaatlarda, iskelelerde, limanlarda, kaderin bize reva gördüğü benzer ölümleri bekleyeceğiz.

Ya da “yeter” diyeceğiz. İnsan olmanın onuruna sarılarak, kendimiz gibi sömürülen, inkâr edilen, istismar edilen yoksul ve emekçilerle, halklar ve kültürlerle, kadınlar ve ötelenenlerle buluşacağız. Örgütlenecek öğrenecek, birleşip güçlenecek, kalkıp yürüyecek, beklemeden, yalvarmadan, devletten medet ummadan emeğimiz için, geleceğimiz için, bizim suskunluğumuz nedeniyle yaşanan birbirinin tekrarı ve benzeri ölümleri önlemek, yeni bir Türkiye için meydanlara döküleceğiz.

Devlet-sermaye işbirliğinde işlenen ve adına kaza-kader denen cinayetleri durdurmak için, ona kılıf olan hukuki-yasal-anayasal sistemi yerle bir etmek için, kendimiz ve ülkemiz için bir kez sadece ekmek değil adalet isteyelim. Özgürlük-eşitlik ve demokrasi için yollara düşelim.

Bu kaderse bize ait değildir.

Türkiye, güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışma koşullarının giderek arttığı, taşeronlaşmanın yaygınlaştığı, çalışma yaşamının emekçiler açsından cehenneme döndüğü bir süreci yaşamaktadır. Kapitalizmin yapısal krizini aşmak üzere tüm dünyada hayata geçirdiği yeni liberal politikaların emeğe çok yönlü yansımalarının başında neredeyse emekçilerin tamamı için varoluş biçimi haline getirilen güvencesiz çalışma gelmektedir. Bilindiği üzere güven, güvence, güvencesiz kavramları birbiriyle ilintili ve ilişkilidir. Emek-sermaye çelişkisinin güncelleşmiş halidir. Tamda karşıtların birliğidir. Güven; itimat, güvence; teminat, güvencesizlik ise teminatın ve itimadın yokluk halidir. O halde kime itimat edeceğiz, teminatımız nedir? Güven duyacağımız yaşamımızı garanti altına alacak olan hangi sistemdir? Sorunun ve çözümün özü tamda burada yatmaktadır. Karını ve rantını en yüce değer olarak gören, bu kutsal amacına ulaşmak içinse her türlü baskı ve sömürüyü kendisine mubah kılan kapitalist sistemin; bağlı olduğu küresel tekellerden gayri kimseye güven vermek, güvence sağlamak gibi bir derdi olamaz. Kapitalist düzen için ucuz ve örgütsüz emek her daim cazibe merkezi olmuştur. İş kolu esasına göre örgütlenen sendikalar, güvencesizlik meselesini sadece kendi işkolları düzeyinde ele aldılar. Her sendika kendi iş kolundaki sorunlarla boğuşurken yalnız kaldı, bağlı olduğu konfederasyon bütünselliği içerisinde bile yeterince sahiplenilemedi. Direnen sendikalara sadece destek ziyareti ile katkı sunuldu. Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin güvencesizlik sorunu sadece SES’in yâda büro emekçilerinin ki ise BES’in sorunu olarak görüldü. Güvencesizlik mücadelesinde esas sağlanması gereken, öncelikle konfederasyonumuz içerisinde bütünlüklü bir mücadeleyi geliştirmek ve bu sinerjiyi tüm emekçilerin sathına yaymaktır.

AKP iktidarının emeğin haklarına yönelik saldırıları işçilerin canını almaya devam ediyor. 12 yıllık iktidar döneminde işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin önlemleri “ilave maliyet” olarak gören bu sömürü zihniyeti 14.000 işçinin ölümüne sebep olmuştur. Soma’da açıklanan resmi rakamlara göre 301 işçinin yaşamını yitirdiği tarihin en büyük işçi katliamlarından birisinin sorumlusunun hükümet, işveren ve sendika arasındaki karanlık ilişkiler olduğu kamuoyuna yansımıştır. Daha fazla kömür çıkarılması için 10 saat civarında çalıştırılan işçilerin çalışma şartlarına ilişkin hiçbir güvenlik önlemi alınmamıştır. Rödövans adı altında maden ocaklarını sermayeye peşkeş çeken AKP hükümeti, firmanın bu sömürü ağına göz yumarak hatta onay vererek ölümlerin birinci dereceden sorumlusudur.

Soma’da resmi rakamlara göre 301 maden emekçisinin hayatını kaybettiği büyük işçi kıyımının üzerinden tam 45 gün geçti. Bir kez daha gördük, sermayenin sınırsız kar hırsı işçilerin kanıyla, canıyla palazlanıyor. Bir kez daha gördük, sınırsız kar hırsı taşeron düzeniyle katmerleşiyor. Tüm facialardan sonra bu vahşi ve kuralsız çalışma düzeninin ortadan kaldırılması, taşeron çalışmanın yasaklanması gerekirken, hükümet bu manzaradan aksi bir sonuç çıkararak taşeronu kaldırmak yerine başta kamu hizmetleri olmak üzere yaşamın her alanında yaygınlaştıracak bir yasayı gündeme getirdi. Bu düzenlemeden en çok da 150 binden fazla taşeron işçi ile sağlık ve sosyal hizmetler alanı etkilenecek. Sağlıkta dönüşüm programı ile sağlık hizmeti paralı hale getirilip, özelleştirilmişti. Bu piyasalaştırma dalgası sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin güvencesizleştirilmesiyle kol kola yürümüştü. Şimdi çıkarılmak istenen yasa ile sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin geleceği ve halkın sağlığı taşeron şirketlerin insafına terk ediliyor. Yıllardır sağlık ve sosyal hizmet alanında tümüyle yasadışı biçimde yaygınlaştırılan taşeronlaştırmaya yasal kılıf hazırlanıyor.

Elbette kapitalist sistemin sömürü çarklarından en önemli alan olarak doğaya ve kadına yönelik tahakküm tutuyor. Her gün bir yenisi yapılan HES’ler, termik santraller, barajlar, tarım arazilerinin ranta ve sermaye açılması ile gelecek nesillere yaşanılmaz bir dünya bırakan eril zihniyet kadın bedeni ve kimliğinden, emeğine kadar da tahakküm kurma isteğini devam ettirmektedir. Kadın üye sayımızın fazlalılığı ve kadın özgürlük mücadelesi açısından örgütümüzün gösterdiği caba açısından bu konuyu biraz daha açmaya yarar var.

Esas gücünü ataerkil yapısından alan eril kapitalist sistem, güvencesizliğin en kolay kurbanı olarak ilk önce kadınları seçmiştir. Kapitalizm ile patriyarka arasındaki işbirliğinin bir sonucu olarak esnek, güvencesiz, süreksiz, düşük ücretle çalışmaya mahkum bırakılan ve artan istihdamı büyük oranda bu türden çalışma biçimlerine dayanan ücretli kadın emeğinin yaygınlaşması,  kadınlar için formel işlerde çalışma imkanını giderek daraltmakla kalmamış, eşitsizlik ve bağımlılık ilişkilerini yeniden üretmiş,  bu istihdam koşullarını istihdam alanlarının tamamına doğru genişletmiştir. Esnek çalışmanın “kadınlara uygun iş” olarak ifade edildiği görülmektedir; oysa bu yakıştırma, sermayenin esnek çalışmaya duyduğu ihtiyacı kadınlara yansıtmasından başka bir şey değildir. Esnek çalışmanın kadınlar için ideal olduğunu iddia etmekle egemen söylem hem kadını ataerkil normlara yerleştirir hem de bu ataerkil normlara dayanarak, sermayenin ihtiyacını sanki kadınların ihtiyacıymış gibi ifade ederek gerçekliği ters çeviriverir. Yani her şey biz kadınların daha fazla doğurması, sermayenin gelecekteki ucuz işgücü ihtiyacını karşılayacak genç nesiller yetiştirmesi için! Bir diğer deyişle hükümet, biz kadınları geleceğin ucuz işgücünü üreten bir “kuluçka makinesi” olarak görmekle kalmıyor, değersizleştirdiği emeğimizden bugün de maksimum derecede “faydalanmayı” hedefliyor.

Ataerkil toplumda kadınlara yönelik şiddet, kadının bedenine, doğurganlığına, cinselliğine, yaşamsal etkinliğine veya emek etkinliğine yönelen çeşitli biçimler alabilmektedir. Biliyoruz ki erkekler, binlerce yıldır, kadınları, cinselliklerini, doğurganlıklarını ve emek etkinliklerini denetleyerek tahakküm altına almaktadır. Ataerkil tahakküm, ne giyeceğini, cinselliğini nasıl yaşayacağını, kaç çocuk doğuracağını buyurarak kadına dolaysız şiddet uyguladığı gibi, bu tahakküm fiziksel şiddetten sözlü aşağılamaya, tacizden tecavüze, kadının katline kadar pek çok şiddet biçimiyle kol kola yürümektedir.

Bu gün kadınlar emeği, kimliği ve bedeni için mücadele ettiği kadar doğa katliamlarına karşıda, savaşa karşı da en ön saflarda mücadele yürütmektedir. Çünkü geleceğe yaşanacak bir dünya bırakma düşüncesi ve bilincini en güçlü şekilde kadınlar taşımaktadır.

İş kolumuz emekçileri ve hizmet alan yurttaşlar açısından da sömürü gün geçtikçe katmerleşiyor.

Sağlıkta Dönüşüm Programı tüm uygulamalarıyla hayata geçmeye devam ediyor. Bir yandan sağlık hizmeti için ödenen katkı-katılım payı ve ilave ücretler arttırılırken, bir yandan da çalışanların güvencesiyle oynanmakta, esnek-kuralsız ve angarya çalışma kural haline getirilmektedir. İş ve İşyeri Güvencesi gün geçtikçe azalıyor, ortadan kalkıyor.

2002 yılından itibaren hızlandırılan Sağlıkta Dönüşüm Programı ile 1. Basamak Sağlık Hizmeti veren Sağlık Ocakları tasfiye edilmiş, Aile Hekimliği sistemine geçilmiştir. Aile Hekimliği Sistemi yürürlüğe girdiğinden beri bu sistemin Türkiye gerçekleri ile uyumlu olmadığını, koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesi yerine, giderek poliklinik ağırlıklı sistem getirildiğini, dolayısıyla koruyucu sağlık hizmetlerinin yeterince yerine getirilemediğini ifade ettik. Aile Sağlığı Merkezleri’ne nöbet sistemi getirilerek sistem amacından koparılmakta, Aile Hekimleri ve personeline nerede ihtiyaç varsa orada çalıştırma dayatılarak özel bir çalışma alanı olmaktan çıkarılmaktadır. Başından itibaren sağlık meselesine yaklaşımın hastalandıktan sonra muayene olmak anlamına gelmediğini ifade ediyoruz. Sağlığı olumsuz etkileyen tüm etmenlerin barınma, sağlıklı beslenme, işsizlik, uygun konut, doğanın korunması, savaş, göç, her türlü şiddetten arınma, demokratik bir ortamda kendini yeterince ifade ve özgür olma hali vb. ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyoruz. Böylesi yaşanılır bir ortamda koruyucu sağlık hizmetlerinin öncelendiği bir sistemin oluşturulması gerektiğini savunuyoruz. Ancak o zaman gerçek anlamda sağlıklı bir toplum ve gelecek nesiller yetiştirilebileceğini biliyoruz

Sağlık ve sosyal hizmet emekçileri ve onların örgütleri olarak halkın koruyucu sağlık hizmetlerini önemseyeceğiz. Salgın haline gelen kızamığın, toplumu tehdit eder hale gelen çocuk felcinin ve birçok hastalığın çocuklarımızı gözlerimizin önünde öldürmesine izin vermeyeceğiz. Kızamıkta olduğu gibi Çocuk felci aşı kampanyalarını da ASM/TSM demeden gücümüz yettiğince en etkili şekilde yürütürken, birinci basamak sağlık hizmetlerine daha da zarar vereceğine inandığımız; ASM, TSM ve hastane acillerinde ASM çalışanları tarafından acil hizmet sunulmasına karşı tavrımızı koruyacağız.

İzmir’de Türkiye’nin 3 büyük göğüs hastalıkları ve tüberküloz hastanesinden birisi olan ve 1910 yılından itibaren bölge halkına hizmet veren İzmir Dr.Suat Seren Göğüs hastalıkları ve cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi birleştirme adı altında kapatılmak isteniyor. Süreci başından beri yakından takip eden İzmir Şubemiz, 02 Haziran 2014 tarihinden bu yana sağlık ve sosyal hizmet emekçileri ve halka birlikte yaklaşık dört haftadır bu sürece engel olmak için imzalar toplayarak, çadırlar kurarak, bilgilendirmeler yaparak, iş bırakarak mücadele etmekte, yetkilileri uyarmaktadır. Arkadaşlarımızın ve halkımızın bu etkili mücadelesi sonuç vermiş, Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığına geri adım attırılmıştır. Sağlık ve sosyal hizmet emekçileri ve halkımız mücadelenin henüz bitmediğinin bilincinde olarak, birleştirilmenin yapılmayacağı kararı kesinleşene, karar yazılı olarak taahhüt altına alınıncaya kadar mücadelesine devam etme kararı almıştır. Bilindiği gibi daha önce tüm mücadelelerimize rağmen 12 ilin bölge hastanesi konumunda olan Diyarbakır göğüs hastanesi de karlılık esas alınarak kapatılmış ve milyonlarca yurttaş hizmetten mahrum edilmişti. Bunu gören bir yerden İzmir’de yürüttüğümüz mücadeleyi mutlaka kazanmak zorundayız.

Sağlık ve sosyal hizmetler alanında emekçilerin yaşadığı sorunların giderilmesi başta olmak üzere, ücretsiz sağlık hakkı için tüm şube/temsilciliklerimizce işkolumuzda örgütlü emek ve meslek örgütleri ile birlikte kesintisiz mücadelemiz devam etmektedir. Dönem açısından da; Sağlıktaki performans uygulaması ile temel ücretlerimizin erimesine ve yaşanan ücret adaletsizliğine karşı, angarya çalışmaya dur demek, güvenceli çalışma ve ücret talebiyle başta İzmir şubemiz ve  Edirne şubelerimiz olmak üzere bir çok ilde eylem/etkinlikler ve GREV’ler gerçekleştirildi. Temel taleplerimiz konusunda olan bu mücadelenin de buradan çıkacak irade ile daha sistematik ve hak kazanıcı bir boyuta evirilmesi gerekmektedir.

Sendikamız açısından önemli bir mücadele başlığımızda sosyal hizmet alanı olmaktadır.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2017 yılı sonuna kadar olan hedeflerini özetleyen 2013-2017 Stratejik Planı, Bakanlık nezdinde AKP hükümetinin sosyal hizmetler alanından beklentilerini özetlemektedir. Sosyal hizmetler alanında tamamen piyasa kavramları ve işleyişi yerleştirilmekte,  öyle ki bu alanda hizmet alanların çok açık şekilde müşteri olarak nitelendirilmesinden hiçbir çekince duyulmamaktadır. Bununla birlikte bu alanda planlanan çalışmalar da, AKP hükümetinin muhafazakar ve neoliberal politikalarının çerçevesi ile şekillendirilmektedir. Sosyal yardım politikaları AKP hükümetinin en çok ‘önem verdiği’ alanlardan biri olmaya devam etmekte, sosyal yardımlara ayrılan bütçe ile reklam yapılmakta, sosyal yardımlarla emekçilerin iktidara bağlanması ve bağımlı hale getirilmeleri temel hedeflerden biri olarak görülmektedir.

Sosyal hizmetler alanında çalışan emekçiler için ise uzunca bir süredir devam eden değersizleştirme politikaları artarak devam etmektedir. Emekçiler üzerindeki bu politikalar Bakanlık tarafından hazırlanan metinlerde de itiraf edilmek zorunda kalınmış, Stratejik Planda “personelin özlük haklarının yetersiz oluşu, personelin motivasyonunun düşük olduğu” kabul edilmiştir. Alanda çalışan emekçiler baskı altında tutulmakta, mesleklerini iktidarın ideolojik bakış açısı ile yürütmeye zorlanmakta, yok sayılmakta, kadrolaşma çok yaygın şekilde devam etmektedir. Taşeronlaştırma ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması sağlık alanında olduğu gibi sosyal hizmetler alanında da devam eden problemlerden biridir. ASPB bünyesinde çalışanlar arasında taşeron çalışanların sayısı kadrolu çalışanların sayısını geçmiştir, Bakanlık 2012 yılı verilerine göre Bakanlık personelinin yüzde %39’u kadrolu, %3’ü sözleşmeli, %59’u ise hizmet alımı ile çalışmaktadır

Tüm bunlar göstermektedir ki, emperyalizmin taşeronluğunu yapan AKP hükümetinin zihinsel dünyasında eşitlik, özgürlük ve demokrasi yoktur. Gerçek bir demokrasinin ancak ve ancak halkın, emekçilerin örgütlü mücadelesi ile inşa edilebileceği bir kez daha açığa çıkmıştır. Bütün bu nedenlerle çözüm sürecinin barışa evirilmesi, gerçek bir barışın, özgürlükçü bir barışın gelmesi mücadelesi emek ve demokrasi güçlerinin görevi olarak önümüzde durmaktadır. Ancak eskiden kalma yöntemlerle yeni saldırılara cevap olunamayacağı ortadır. Bunun sağlanabilmesi için de geliştirilen parçalı eylem anlayışının aşılması ve sürekliliği olan, siyaseti değiştirme gücüne sahip eylemleri ortaya çıkarmak gerekmektedir

Yeni dönemin ister inşası olsun isterse de yeni mücadele cephesinde sendikamızda yerini alacaktır. Doğal olarak sendikamız yeni sürece göre kendini yapılandırmalıdır. Önümüzdeki dönemim temel programı bu yapılandırmanın gerçekleşmesi ve güçlü bir eylem hattının örülmesi olacaktır.

Çalışma ve yaşama koşullarımızın gittikçe ağırlaştığı bir dönemde, bir taraftan işyerleri, işkolları ve çalışma biçimleri açısından istihdam çok katmanlı ve parçalı hale gelirken, diğer taraftan işyerlerinde sorunlarla boğuşan emekçileri ortak talepler etrafında birleştirme ve mücadeleye katma olanakları artmıştır. Sendikamız, önümüzdeki dönem bu imkanları değerlendirebildiği ölçüde eğitim ve bilim emekçileri açısından bir çekim merkezi olabilecek, aşağıdan yukarıya kendisini mücadeleci bir çizgide yenileyebilecektir.

Sağlık Bakanlığı  ‘torba yasa’larla sağlık ve sosyal hizmet çalışanları dahil hiç kimseye görüş sorma gereği duymadan,  aklına gelen düzenlemeleri yapmaya devam ediyor. Sağlık ve sosyal hizmet çalışanlarının yoğun emeğiyle biriktirilen tüm kazanımları, ‘Sağlıkta Dönüşüm’ programı adı altında, sağlık hizmetlerini piyasa koşullarına göre düzenleyen yasal düzenlemelerle bir bir yok ediliyor.

Aile Hekimliği sistemine geçilerek birinci basamak sağlık hizmetleri işlemez hale getirilmiştir.

  • Hükümet TBMM ye sunduğu, 17.06. 2014 tarihinde komisyonda görüşülmeye başlanan yasa tasarısıyla, Aile Sağlığı Merkezi (ASM) çalışanlarına, hastane acilleri, 112 istasyonlarında ayda en az sekiz saat zorunlu nöbet uygulamasının kapsamını genişleterek, ASM ve Toplum Sağlığı Merkezilerinde (TSM) acil hizmet sunulmasının önünü açmıştır.
  • Sağlık Bakanlığı, ASM’de çalışanları haftalık 40 saatlik çalışmalarına ek olarak hafta içi akşam saatlerinde ve hafta sonlarında çalıştırarak bir yandan fazla çalışmayı dayatırken bir yandan da birinci basamak hizmet birimlerine esnek çalışma modelini yerleştirmeyi hedeflediğini ortaya koymuştur.
  • Özellikle son yıllarda ortaya çıkan bulaşıcı hastalık salgınları (kızamık, çocuk felci vb) ile yıkımın acı meyveleri ortaya çıkmıştır.
  • TSM’ler ise görev ve sorumluluğu belli olmayan bir toplama kampı niteliğine dönüşmüştür. Ve çalışanların görevlerin belirsizliği ve joker gibi kullanılması ciddi bir gerilim kaynağıdır.Ve sürekli belirsizlik durumu çalışanlarda büyük bir stres kaynağıdır.

Kamu Hastane Birliklerinde çalışanlar giderek keyfi kuralsız daha ağır koşullarda fazla çalışma baskısıyla karşı karşıya kalmıştır.

  • Temel maaşlar düşmüş, geçici görevlendirmeler, sözleşmeli çalışma baskısı, esnek, keyfi, kuralsız çalıştırma artmıştır.
  • Performans sistemi iş barışını bozmuş birlikte mücadele anlayışını zedelemiştir.
  • Siyasi kadrolaşma ve kayırmacı uygulamalar, önceki tüm siyasi iktidarlar döneminde yaşananlara rahmet okutacak boyutlara ulaşmıştır.
  • Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine yönelik şiddet can yakıcı sorun olarak devam etmektedir.
  • Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin çok büyük bir kısmı taşeron olarak çalışır hale gelmiştir.
  • Sağlık ve sosyal hizmetlerde yaşanan taşeronlaştırma sadece personel boyutunda değil, sağlık ve sosyal hizmetler sunumu da taşeronlaştırılmıştır.
  • En son İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi örneğinde yaşandığı gibi hastanelerin birleştirme yoluyla kapatılması ve dal hastanelerinin ortadan kaldırılması hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.
  • Şehir hastaneleri, kamu özel ortaklığı, üniversitelerle ortak kullanım protokolleri özelleştirme, taşeronlaştırma ve güvencesizlik olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • 112’lerin Acil Çağrı Merkezlerine dönüştürülme projesi AKP’nin sağlık alanında 112 birimlerini özelleştirmeye yönelik bir adımıdır.
  • Üniversite hastaneleri tam gün yasası sonrası tam anlamıyla iflasın eşiğine gelmiştir. Esas işlevinden uzaklaştırılarak hizmet hastaneleri gibi işleve dönüştürülmüş, ülkenin en deneyimli öğretim üyeleri tıp fakültelerinden uzaklaştırılarak tıp eğitimi sekteye uğratılmıştır. Hekim emeği piyasanın acımasız koşullarına terk edilmiş ve hemşire sayısının yetersiz olması nedeniyle hemşireler normal mesaileri dışında iki kata yakın nöbet tutmak zorunda kalmışlardır.

Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda yaşanalar, sağlıkta yaşananlardan ayrı ve farklı değildir. Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda toplum yararını gözeten ve sosyal devleti güçlendiren politikalardan bahsetmek mümkün değildir. Bugün kişi hak ve özgürlüklerini temel alan sosyal ve ekonomik uygulamalardan eser kalmamıştır. Sosyal hizmetlerden yararlanan vatandaşlar ve sosyal hizmet emekçileri açısından çok ciddi hak kayıplarının olduğu siyasal bir süreç yaşanmaktadır.

Genel bu değerlendirmelerin yanı sıra MTK mızda öne çıkan eleştiri ve öneriler ise;

MALİ SEKRETERLİK

Şube paylarından yapılan kesintiler (mesaj vb.) şubeye bildirilmelidir.

ÖRGÜTLENME

Şube/Temsilciliklerden gelen yazıların bazılarına cevap verilmemekte,yazılara mutlaka cevap (olumlu yada olumsuz) verilmelidir.

Şube/Temsilciliklere gönderilen ikaz mesajları  veya yazıları tüm şubelere/temsilciliklere gönderilmesi kargaşa yaratmaktadır.Mesaj ve yazılar sadece  ilgili şube/temsilciliklere gönderilmelidir.

Şube/Temsilciliklerimizin yapmış olduğu eylem ve etkinliklere MYK’nın katılımı önemlidir. Talep edildiğinde MYK katılımı sağlanmalıdır.

İzmir İlindeki durumda da yaşandığı gibi destek eylemleri kararı alınırken desteklenecek ildeki eylemin devam edip etmediğine dikkat edilmelidir.

Soma ve Rojava’da yaşananlar başta olmak üzere nerede bir hak ihlali, antidemokratik uygulama, işçi katliamları vb. durumlarda yerince çalışma yapılmalıdır.

Örgütte tartışmalara neden olacak açıklama, toplantılara katılım vb. durumlardaki kararlar karar organlarından alınarak uygulanmalıdır.

Kreş hakkı için merkezi eylem ve etkinlikler gerçekleştirilmelidir .

Onur üyelerimizden Behçet Aysan’ında içlerinde bulunduğu 33 insanımızın katledilmesi sebebiyle Sivas’ta düzenlenen anmaya MYK katılmalıdır.

Taşeron sağlık işçilerinin sorunlarının açığa çıkarıldığı ve örgütlenme çalışmalarının hızlandırıldığı çalışmalar yürütülmelidir. Bu örgütlemelerde birlikte mücadele yürüttüğümüz örgütlerle karşı karşıya gelme yerine ortak bir mücadele yürütmeyi esas almalıyız.

4/C’li çalışanları ekonomik ve özlük hak kayıplarına ilişkin çalışmaların KESK bütünlüğünde yürütülmelidir.

Ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, enflasyon farkı, yıpranma payı, 2015 bütçesi vb. gündemlerle eylem ve etkinlikler gerçekleştirilmelidir. Eylem ve etkinlikler sonuç alıcı olmalıdır.

Sağlık Bakanlığı, Sosyal Hizmetler, Üniversiteler farklı birimlerle ilgili komisyonlar kurulmalıdır.

1 Eylül Dünya Barış günü etkinlikleri Hatay ya da Ankara’da Merkezi olarak yapılması KESK’e önerilmelidir. Ayrıca 1 Eylül öncesinde işyerlerinde de etkinlikler yapılmalıdır.

SÜTAŞ’ta işten atmalara karşı ŞÜTAŞ ürünleri boykot edilmelidir.

Suriye de yaşanan savaştan kaynaklı olarak ülkemizde milyonlarca göçmen bulunmaktadır. Göçmenlerin genel durumların takibi ve özel olarak sağlık durumlarını takip etmek için çalışmalar yürütülmelidir.

İl gezileri Şube/temsilciliklerle birlikte programlanmalı, Merkez Temsilciler Kurulumuz öncesi bölge toplantıları yapılmalıdır.

Program ve Tüzük Kurultayı Aralık ayı içerisinde yapılmalı, Genel Merkezde Program ve Tüzük Komisyonu kurulacak ve aynı zamanda illerde de kurulacak olan komisyonlarla eşgüdüm halinde olacaktır.

HUKUK

Hukuk konusunda üyelerimizin Genel Merkezle direk ilişki kurmaları halinde Şube/temsilcilikler bilgilendirilmelisi konusunda eksikler yaşanmaktadır. Şube /temsilciliklerin bilgilendirilmesi ve iletişimin şube/temsilcilikler üzerinden yapılması sağlanmalıdır.

Şube/temsilciliklere yazılan yazılar hukuk bürolarına da gönderilmelidir.

Başta hukuki sorular olmak üzere Şube/Temsilciliklerden gelen sorulara zamanında ve yazılı olarak cevap verilmelidir.

İnternet sayfası hukuk alanı açısından da yetersizdir. Daha güncel ve bilgi alışverişinin sağlanabileceği şekilde yeniden düzenlenmelidir. Kazanılan davalara internet sayfasında yer verilmelidir.

Yönetici/ temsilci eğitimlerinde hukuki konulara ve bilgilendirmelere yer verilmelidir.

Çok sık olarak yönetmeliklerde ve diğer mevzuatta değişiklikler  yapılmaktadır. Bu değişiklikleri takip etmek ve değerlendirmek üzere bir komisyon oluşturulmalıdır.

Bir hukuk kitapçığı çıkartılmalı, genel olarak sık ihtiyaç duyulan bilgiler bu kitapçıkta yer almalıdır.

Ek ödeme mahsuplaşması konusunda hukuki çalışma yapılmalıdır.

Bölge hukuk bürolarının durumu/işlevselliği gözden geçirilmelidir.

Bir veri bankası oluşturulması, güncel sorunlar ve bilgilendirmelerin burada toplanması işleyişi kolaylaştıracaktır.

Sağlık hizmetlerinin standartı ve kontrolüne ilişkin çalışmalar yürütülmelidir.

Yaşam hakkı ihlallerine, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine ve hak kayıplarına karşı mücadele edilmelidir.

Üniversite 1. Sınıf örgencilerinin stajlarda ücret alması için mücadele edilmelidir.

Fazla çalışma ve nöbet paralarının arttırılması için mücadele edilmelidir.

KADIN

Kadın istihdam paketini gündemine alan çalışmalar yürütülmelidir.

EĞİTİM, BASIN YAYIN VE SOSYAL İŞLER

Sendikamızın internet sitesindeki sorunlar hala devam etmektedir.

Bildiri, afiş vb. materyaller zamanında şube/temsilciliklere gönderilmelidir.

Örgütümüzün çıkardığı materyallerde iki dil veya çok dil kullanılmalıdır.

Başta faaliyet raporları olmak üzere yazdığımız tüm materyallerin diline ve içeriğine dikkat edilmeli sendikamızın tüzüğü, ilke ve amaçları ile çelişmemelidir.

Sendikamızın 1 Ağustos Kuruluş Yıldönümü etkinliklerinin şubelerin inisiyatifine bırakılması ancak örgütlenmeyi de içerisine alan SES’i ve konfederasyonumuz KESK’i anlatan bildiri ve afişler illere zamanında gönderilmelidir.

Başta İşçi sağlığı ve güvenliği olmak üzere yıllık eğitim programları oluşturulmalı ve şubelerin özgünlükleri de dikkate alınmalıdır. İşçi sağlığı ve güvenliğini konu alan sempozyum yapılmalıdır.

Yasa ve yönetmelikler, sendikamızın tüzüğü ve örgütlenmeyi içeren temsilcilerin el kitabı çıkarılmalıdır.

İnternet sitemizde şubelere yer verilmeli, hukuk sayfası oluşturulmalıdır.

3 ayda bir gazete çıkarılmalıdır.

Afiş ve bildiriler zamanında gönderilmeli ve şube/temsilciliklere mail ortamlarında da gönderilmelidir. Ayrıca takvimler en geç 1 Aralık’ta Şube/temsilciliklerde olmalıdır.

Öğrencilere yönelik bildiri, afiş vb. materyaller çıkarılmalıdır. Üniversite 1. Sınıf örgencilerinin stajlarda ücret alması için mücadele edilmelidir.

Fazla çalışma ve nöbet paralarının arttırılması için mücadele edilmelidir.

Cam işçilerinin grevinin sağlık ve milli güvenlik gibi sebeplerden kaynaklı iptal edilmesine yönelik açıklama yapılmalıdır.

Yayınlarda görsellik, anlaşılabilirlik ve kısalık dikkate alınmalıdır.

MTK’mız toplam bu değerlendirmelerle birlikte MYK nın sunmuş olduğu Program Taslağına ilişkin öneri ve eleştirilerini yapmıştır.Bu öneri ve eleştiriler taslak üzerinde düzenlemeler yapılarak Önümüzdeki Dönem Programı düzenlenmiştir.

Ayrıca kısa dönem programı olarak da alanımızda yaşanan güvencesizleştirme/taşeronlaştırmaya, angaryaya ve ücret güvencesizliğine karşı bir mücadele yürütülmesi, ASM’lerdeki süreçlere müdahil olunması ve toplu sözleşme için taraf olarak bir faaliyetin örülmesi tanımlanmıştır. Bu temel başlıklar altında programlı bir eylem hattının tanımlanarak ,bir çok eylem çeşitliğini içinde barındıran bir sürecin sonucunda iş bırakmak dahil güçlü  ve sonuç alıcı bir eylemle taçlandırılması kararlaştırılmıştır.

MYK bu çerçeveye uygun olarak takvimlendirilmiş bir eylem programının düzenleyerek şubelerle birlik programı hayata geçirmelidir.

2014–2017 DÖNEMSEL MÜCADELE PROGRAMIMIZ

Çalışma hayatımıza, çevremize, demokratik haklarımıza kısacası yaşamımıza bir bütün olarak saldırıların yoğunlaştığı, buna karşılık olarak da Haziran isyanında milyonlarca yurttaşın sokaklara çıkarak AKP iktidarının halk düşmanı politikalarına karşı direnişi tercih ettiği günlerin arifesinde toplanacak olan Merkez Temsilciler Kurulumuza daha da anlamlı bir yerde durmakta ve yeni bir mücadele dönemine girerken önemli görevler de düşmektedir.

70’li yıllarda sermayenin krizine karşı üretilmiş olan neoliberalizm, bugün dünya çapında krize girmiştir.  Tüm dünyada din de kullanılarak hayata geçirilmeye çalışılan neoliberal yoksullaştırma programlarının iflası yaşanırken direnişlerle birlikte de bu programlar tarihin çöplüğünde yerlerini almaktadır.

Ülkemizde ve Ortadoğu’da neoliberal programların tutkalı olarak kullanılan ılımlı İslam projesi artık inandırıcılığını kaybetmiş, çökmüştür. Ilımlı İslam projesinin Türkiye’deki temsilcisi AKP, ılımlı İslam projesinin çöküşüyle birlikte emperyalistler açısından vazgeçilen aktöre dönüşmüştür.

Ortadoğu’daki halk hareketleri gibi ülkemizde de gelişen Haziran isyanı, 12 yıllık iktidarı süresince rejimin gerici ve piyasacı dönüşümünü gerçekleştiren AKP İktidarına ölücü darbeyi vurmuştur. Bu isyanlar sonucunda emperyalistler Ortadoğu’da ve Ülkemizde yeni arayışların içerisine girmişlerdir. Egemenlerin yeni proje yaratma sürecinin işareti olan bugünkü iktidar çatışması, neoliberalizmin krizinin sonuçları olarak değerlendirilmelidir.

Ülkemizde 1980 faşist darbesiyle uygulanmaya başlanan, neo liberal politikalar çeşitli gerekçelerle gecikmiş ancak özellikle AKP’nin 12 yıllık iktidarı sürecinde hız kazanarak hayat bulmuştur. Bu süre zarfında milyonlarca insan geçimlik araçlarından koparılarak mülksüzleştirilmiş; işçileştirilmiş, işsizleştirilmiş, yoksullaştırılmıştır. Kamu fabrikaları satılmış; binlerce kamu işçisi ya emekliliğe zorlanmış ya da 4/C köleliğine mahkum edilmiş, kamu hizmetleri piyasalaştırılmış; emekçi halkın temel kamusal hizmetlere ulaşımı zorlaştırılmış, kamu hizmetleri taşeron şirketler eliyle verilir hale getirilmiş; milyonlarca işçi kölelik koşullarına, açlık sınırının altında ücretlere mahkum hale getirilmiştir.

Doğamız ve kentlerimiz yağma ve talana açılmış, suyumuz, tarım alanlarımız yandaşlara peşkeş çekilmiş ve peşkeş çekilmeye de devam edilmektedir.

İmha ve inkara dayalı politikalarla kimliklerimizden kaynaklanan haklarımız, özgürlüklerimiz faşizan uygulamalarla yok edilmeye çalışırken, sözde açılımlarla eşit yurttaşlık ve özgürlük taleplerinin isyanı bastırılmaya, düzen içine çekilmeye çalışılmaktadır. Ülkemizin kanayan yarası olan Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümüne ilişkin süreç de AKP iktidarı tarafından benzer yaklaşımla ele alınmaktadır. Sorunun çözümünü, demokrasinin bir parçası olarak ele alınmaması ve gayri ciddi yaklaşımlarla sürdürülmesine de Kürt sorunun dayandığı sınıfsal zemin ve mücadeleyi yürüten dinamiğin izin vermemesi ile gerilim devam etmektedir.

İçinde bulunduğumuz dönem, bütün olumsuzluklara karşın aynı zamanda, işçi ve emekçilerin, yoksul halk kesimlerinin 12 yıllık AKP İktidarının sonuçlarıyla yüzleşmeye başladığı, çalışma ve yaşama koşullarına itirazların yükseldiği bir dönemdir.

Güvencesizliğe karşı mücadele eden taşeron sağlık işçileri, enerji işçileri, suyuna, derelerine sahip çıkan köylüler, kentsel dönüşüm projelerine karşı barınma hakkı mücadelesi verenler, kentlerin ve doğanın yağmalanmasına, talan edilmesine karşı direnenler, Kalekol inşaatlarının üzerine yürüyerek Barış diye haykıranlar, Yatağan, Kazova ve Greif işçilerinin direnişleri geleceğe dair umudumuzu daha da büyütmektedir.

Aşağılanarak, horlanarak, yaşam tarzlarına müdahale edilerek özgürlükleri ellerinden alınmaya çalışılan, işsizliğe, düşük ücretle çalışmaya mahkum edilen; güvencesiz çalıştırma koşullarında başta mobing olmak üzere çeşitli baskılara maruz kalanların; kadınların, gençlerin Haziran İsyanındaki militanlığı, yaratıcılığı, dayanışmacı, bir o kadar da kardeşçe yaklaşımları, doğrudan demokrasi örnekleri ilham kaynağımız olarak yanı başımızda duruyor.

Yanı başımızda bu gelişmeler yaşanırken genel olarak emek hareketinin özelde ise sendikalarımızın yaşadığı gerileme yeni yönelimlerle durdurulabilir, eski gücünü aşan bir düzleme taşınabilir. Bunun için öncelikle içinde bulunduğumuz tıkanmayı ve daralmayı aşma iradesini açığa çıkarmak gerekmektedir. Bu anlamda Merkez Temsilciler Kurulumuz sendikamıza yeniden ivme kazandıracak, örgütsel ihtiyaçlarımıza cevap verecek tarzda ele alınmalı Genel Kurulumuzda da ortaya koyulan yenilenme beklentisine cevap verecek kolektif irademizin oluşumunun önemli bir zemini olarak değerlendirilmelidir.

Bugün özellikle iş kolumuz olmak üzere çalışma hayatının bütününde ciddi alt üst oluşlar yaşanmakta, bu alt üst oluşlar nesnel olarak örgütlülüğümüzü güçlendirmemiz açısından önemli avantajlar sunmaktadır. Gerek gerici, piyasacı ve otoriter yönetim anlayışından gerekse çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşmasından kaynaklı olarak AKP’ye karşı sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinde öfke artmaktadır. Bu öfkeyi örgütlü mücadeleye seferber etmek SES’i büyütecek ve güçlendirecek yeni kanallar açacaktır

Bu çerçevede;

– Sendikamız, başta karar alma süreçleri dahil olmak üzere bütün süreçler yerelden merkeze, merkezden yerele doğru organize etmelidir. Gençlik ve kadın örgütlülüğünün güçlendirilmesi ve güvencesizler hareketinin yaratılması için eğitimlerin yaygınlaştırılması ve örgütlenmelerin daha programlı yürütülmesi gerekir.

– Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sloganını anlamlaştıran Haziran isyanın açığa çıkardığı karar alma süreçleri ve eylem çeşitliliği sendikamıza örnek teşkil etmelidir. Bu nedenle merkezlerden alınan ve yerele monte edilmek istenen tek tip eylem kararlarına karşı yerel dinamiğin ortaya çıkarılması için tüm olanaklar kullanılmalıdır.

– Emek alanındaki piyasalaştırma ve köleleştirmeye karşı aktif bir mücadele yürütürken taleplerimizi daha net ifade etmeliyiz. Sağlık alanındaki emek ve meslek örgütleri ile de ortaklaştırdığımız güvenceli iş ve güvenceli gelecek ana talebinin alt talepleri (insanca yaşamaya yetecek ücret, çalışma koşullarımızın düzeltilmesi, kreş, servis, güvenceli iş vb…) işyerlerinde de ortaklaştırılarak sonuç alıcı eylemlerle taçlandırmalıyız.

– İnsanca yaşamın ana unsurları olan eğitim, sağlık, ulaşım, elektrik, su ve doğalgaz gibi yaşamsal ihtiyaçların mücadelesi ana mücadele konuları haline getirilmelidir. Bunun için mücadele konusu üzerinden sendikamız bünyesinde çeşitli hak meclisleri oluşturulmalıdır.

– İşyerlerimizde her türlü cinsiyet ayrımcılığına, kadına yönelik şiddet başta olmak üzere sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine yönelik şiddete karşı mücadele yükseltilmelidir.

– Taleplerimiz toplu sözleşme maddesi gibi ele alınmalı ve buna uygun hazırlık yapılmalıdır. Yılın belli bir döneminde değil talebimizi elde edene kadar bu süreç işletilmeli taleplerimizi elde edene kadar mücadele de ısrarcı olmalıyız.

– Sağlık ve sosyal hizmetler alanına ilişkin yapılan tüm düzenlemelerde çalışanların ve hizmeti alanların taleplerinin dikkate alınması için mücadele etmeliyiz. Egemenlerin hukukuna sıkışarak mücadeleyi sadece hukuk alanına çekmek yerine fiili, meşru ve militan mücadeleyi yürütürken hukuk mücadelesini de mücadelenin hukukunu oluşturmak yapmalıyız.

– Sağlık hakkı mücadelesi hizmeti alanlarla birlikte yürütmeliyiz. Sağlıklı olma hali ile adil bir sağlık hizmeti arasındaki dengeyi doğru kurmalıyız. Aynı zamanda toplumun nitelikli, ulaşılabilir, parasız ve anadilde sağlık ve sosyal hizmet talebini dile getirirken, öte taraftan sağlık ve sosyal hizmet çalışanlarının sömürüsüne karşı mücadeleyi daha belirgin hale getirmeliyiz.

– İnsan hakları ve demokrasi mücadelesinde sendikamızın ilke ve amaçları doğrultusunda aktif olarak yer almalıyız. Eşitlik, özgürlük ve barış talebi etrafında birleştiren bir politika izlemeli, kardeşçe bir arada yaşamı tehlikeye sokan ırkçı ve şovenist yaklaşımlara karşı halkların yeniden kardeşleşmesini esas alan çalışmalar yapılmalı, mücadele hattı yaratılmalıyız.

Tüm bu çalışmaları daha nitelikli hale getirilmesi için komisyonlarımız, şube/temsilciliklerimiz ve ortak mücadele yürüttüğümüz örgütlerin katılımı ile çalıştay-kurultay vb. çalışmaları yürütmeliyiz.

Bu temel çerçevede oluşacak bir programla güçlü bir yol almak mümkün olacaktır. Sendikamızın çalışmalarını böylesi bir programın oluşturulması ve hayata geçirilmesi için düzenlemeliyiz.

ÖRGÜTLENME SEKRETERLİĞİ

Karar Organlarının Güçlendirilmesi

Önümüzdeki dönemin avantajlarıyla birlikte zorlu bir süreç olacağı görülmektedir. Bu zorlu süreçte mücadeleyi büyütmek kuşkusuz öncelikle sendikamızın yönetim organlarında bulunan kadrolarımızın görevidir. Yönetim Kurullarımızın düzenli ve tam katılımla toplanması, planlı ve programlı, disiplinli bir şekilde hareket etmesi, sendika izinlerinin doğru kullanılması önemlidir. MTK ve ŞTK’larımızın mücadele programlarının oluşturulmasında mutlaka karar süreçlerinin merkezine koyulmalı, gençlerin ve kadınların bu organlara katılımı teşvik edilmeli, sürekli yenilenme hedeflenmelidir.

Üye, Temsilci ve Şube Yönetimi Arasındaki Bağların Güçlendirilmesi

Sendikal mücadelemizin güçlenmesi kuşkusuz üyelerimizle kurduğumuz ilişkiye bağlıdır. Yönetici ve temsilcilerimiz üyelerimizle kurduğu ilişkilerin sürekliliğini sağlamalı, yeni ilişki biçimleriyle bu ilişkiler zenginleştirilmelidir. Yaşanan sorunların takipçisi olunmalı, sorunların çözüm süreci iş yeri temsilcisinden şube yönetimine ve Genel Merkeze kadar işletilmeli, mutlaka geri bildirim yapılmalıdır. Üyelerin karar süreçlerine katılımı için iş yeri üye toplantıları organize edilmeli, gerekirse Genel Merkez Yöneticilerin de katılımıyla örgütlenme çalışmaları hayata geçirilmelidir.

Kurumsal İşleyişin Oturtulması

Üye Programı ve 2014 yetki tutanaklarındaki farklılıkların ortadan kalkması için şubelerimiz gerekli çalışmaları yürütmelidirler. Üyelerin emekli, tayin, istifa durumları takip edilerek üye güncellemelerinin mutlaka yapılması gerekmektedir. Yine yetki tespit tutanaklarının işyerlerinde temsilcilerimizin katılımıyla imzalanmasının sağlanması, il düzeyinde tutulan tutanakların zamanında Genel Merkeze bildirilmesi konusunda ciddi aksaklıklar yaşanmaktadır. Merkezi düzeyde yetki tespiti yapılırken tutanakların eksik olması itirazı ve denetimi güçlendirmektedir.  Ayrıca Genel Merkeze yazılan yazılara ya da Şube/temsilciliklere yazılan yazılara zamanında cevap verilmeli ve illerde yaşanan sorunlar düzenli olarak ve zamanın da genel merkeze bildirilmelidir.

Güvencesiz Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçilerinin Örgütlenmesi

Sendikamızın tüzüğü gereği işkolumuzda bulunan güvencesiz sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin örgütlenmesi için şube/temsilciliklerimizde güvencesizlerin örgütlenmesini hedefleyen çalışmalar yürütmelidir. Bu çalışmaların güçlendirilmesi amacıyla güvencesizlerin örgütlenmesini hedefleyen komisyonlar kurulmalıdır. Bu komisyonlar aracılığı ile başta güvenceli iş talebi olmak üzere talepler açığa çıkarılmalı bu talepler tüm sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin talepleri ile ortaklaştırılmalı ve sonuç alıcı eylem ve etkinliklerle süreç geliştirilmelidir.

Örgütlenme Gezileri

Genel Merkez örgütlenme programı dönemsel mücadele programına bağlı olarak oluşturulmalıdır. Bu bağlamda örgütlenme faaliyetlerimiz öncelikle mücadelemizi yükseltmeye yönelik çalışmalardan oluşmalıdır. Bu doğrultuda günü birlik değil uzun süreli bölgesel örgütlenme faaliyetleri planlanmalıdır. Bu planlamalarda; Şubelerin güçlendirilmesi esas olmalı, şubeleşme olanağı barındıran İl Temsilciliklerinin çalışmaları desteklenmeli, Şube ve Genel Merkez eşgüdümlü örgütlenme çalışmaları planlanmalıdır. Gerekirse Genel Merkez Yönetim Kurulunun da katılımıyla Şube ve bağlı Temsilcilik Yönetim Kurullarının ortak toplantıları yapılmalı, ortak örgütlenme programları çıkarılmalı, Şube ve Temsilcilik ilişkisi güçlendirilmelidir.

Örgütlenme çalışmaları için “neden örgütlenmeliyiz”, “neden ses’te örgütlenmeliyiz” gibi sorulara cevap verecek bir broşür en kısa zamanda çıkarılması ve örgütün ihtiyacı halinde bu broşür Şube/Temsilciliklere yeterli sayıda gönderilmelidir.

Şube/temsilcilik Yönetimi ve temsilcilerin ihtiyacını karşılayacak ve örgütlenmemizi güçlendirecek (sorulara cevap bulabileceğimiz) temsilcinin el kitabı çıkarılmalıdır.

Ayrıca örgütlenme çalışmalarımızı güçlendirmek için başta Şube Örgütlenme Sekreterleri olmak üzere, temsilcilik eğitimleri yapılmalıdır.

KADIN SEKRETERLİĞİ

Sağlık ve sosyal hizmetler alanında çalışanların yarıdan fazlasını kadınlar oluşturmaktadır. Toplumsal cinsiyetçi yaklaşımın yansımaları sağlık ve sosyal hizmetler alanında da önemli sonuçlar doğurmaktadır. Evde, iş yerinde, sokakta kadınlar ikinci sınıf muameleye maruz bırakılmaktadır.

AKP iktidarının kullandığı eril ve diktatoryal dil kadın ve gençlik sorunlarına yaklaşımı ve bu alandaki düzenlemeleriyle yaşamın her alanının muhafazakârlaştırma zihniyetinin yansımasıdır. Emek sömürüsüne, beden denetimi politikalarına, kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete karşı taleplerimizi içeren sağlık ve sosyal hizmet emekçisi kadınlarla birlikte bir mücadele programı oluşturulmalıdır.

Bu mücadele programı bazen bağımsız (salt kadınlarla) bazen de sendikamızın mücadele programının bir parçası olarak ele alınmalıdır. Aynı zamanda diğer sağlık örgütleriyle yapılan ortak çalışmalarla hem sorunlara hem de taleplere dair ortak ve güçlü bir sahiplenme geliştirilmelidir.

Bu bağlamda;

Kadın sağlıkçıların ve kadın mücadelesinin önemli tarihlerinde (8 Mart, 27 Nisan, 12 Mayıs ve 25 Kasım gibi mücadele günlerine) ilişkin en az bir haftaya yayılan eylem ve etkinliklerin şube ve temsilciliklerle birlikte oluşturulmalıdır.

Çocuk bakımının kadınların üzerinde bırakılması, kreş konusunu kadın açısından daha önemli hale getirmekte; birçok iş yerinde kreş açılmamakta, var olanlar kapatılmaktadır. Kesintisiz sağlık ve sosyal hizmet sunumu gerçekleştirmemizden kaynaklı 24 saat açık ve ücretsiz kreş talebi yükseltilmelidir.

Hafta sonu ve gece çalışmalarının farklı ücretlendirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır.

Kadın sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin yaşadığı psikolojik baskı (mobbing), taciz ve şiddete karşı eylem etkinlik de dahil olmak üzere çalışmaların yürütülmesinin yanı sıra sağlık ve sosyal hizmetler alanında çalışan kadınların sorunlarına ve örgütlenmeye dair mesafelerinin nedenlerinin bilimsel çalışmalarla (anket, sempozyum vb.) tespit edilmesi sağlanmalıdır.

Atama kültürünün hakim hale getirilmesiyle birlikte yönetici pozisyonlara yapılan atamalarda kadınların tercih edilmemesine ilişkin çalışmalar yürütülmeli, mücadele programının önemli başlıklarından biri olarak ele alınmalıdır.

Yukarıda ele aldığımız sorunlar ve talepler başta olmak üzere sağlık ve sosyal hizmetler alanında çalışan kadınların TİS talepleri oluşturulmalıdır.

Sağlık ve sosyal hizmet alanındaki emek ve meslek örgütlerinin kadın üyeleriyle ortak toplantı ve çalışmalar yürütülmelidir.

Ayrıca konfederasyonumuzun kadın çalışmaları SES’li kadınlar tarafından güçlendirilmelidir.

Tabi bütün bu çalışmaları yapmak için eğitim ve basın yayın önemli yer tutmaktadır. Yapılacak eğitimler ve çıkarılacak yayınlar kurulacak Merkezi Kadın Komisyonu tarafından oluşturulmalı MYK tarafından da uygulanmalıdır.

Kadın sekreterleri ile özel eğitim çalışmaları ve toplantılar yapılmalıdır.

20 veya 30’ar kişilik gruplar halinde en az 4 program olacak şekilde (daha sonra en az yılda birkez) kadın eğitimcilerinin eğitimi çalışması planlanmalıdır. Kadın eğitimcileri tarafından kadın işyeri temsilcilerine ve kadın aktivistlere illerde veya bölgelerle merkezle koordineli bir şekilde eğitimler verilmelidir.

Kadın çalışmalarının görünür kılınması ve güçlendirilmesi hedefiyle, yılda en az iki kez sesli kadınlar dergisinin çıkarılması,

Sendikanın periyodik çıkan yayın ve bültenlerinde kadın ve LGBTİ bölümlerinin oluşturulması, Yayının niteliğine göre kadın yazılarının ve haberlerinin yer alması,

Sendikanın web sayfasında yer alan kadın bölümünün aktif kullanılması, facebook, whatsapp grubu oluşturulması, ayrı kadın mesaj sisteminin oluşturulması gibi sosyal internet ağının kullanılması,

Uluslar arası emek ve kadın örgütlerinin yayınlamış olduğu yazı, makale ve haberlerin çevirisinin yapılarak web sitesi ve yayınlar yoluyla üyelerle paylaşılması,

Sağlık ve sosyal hizmet çalışanı kadınların çalışma koşullarından kaynaklı sorunlarına ilişkin özgün, afiş, bülten, özel sayı vb. yayınların çıkartılarak iş yerlerine taşınması gibi yayın faaliyetleri yürütülmelidir.

EĞİTİM; BASIN YAYIN VE SOSYAL İŞLER SEKRETERLİĞİ

Eğitim

Genel Kurul kararı gereği “Eğitimciler Eğitimi “ programının en geç ekim-2014 tarihinde başlatılması, 2000 üyesinin üzerinde olan şubelerde iki diğer şubelerde ise  birer kişinin katlımı ile sürekli olan bir program oluşturulmalıdır. İlk kademe 1 yıllık sürecini tamamladıktan sonra ikinci kademe eğitimci grubu başlatılmalıdır. İkinci kademe birinci kademe tarafında şubelerde oluşan sendika okulu/eğitim komisyonları içinde seçilmelidir. Birinci kademe grubun seçiminde şubeler devamlık açısında katılımcının uzun bir süre katılacağı şubede kalacağının  gözeterek seçmelidir.

Yeni şubelerin oluşumu ve işyeri temsilciler eğitimi ihtiyacı göz önünde bulundurarak eğitimci eğitimi programının belli bir düzeye gelene kadar ilerlerin ihtiyacı üzerinde genel merkezle ortaklaştırılmış bir program doğrultusunda şube eğitimlerinin yapılmalıdır. Toplumsal cinsiyet, alanımızdaki sorunlar/politikalar ve örgütleme tartışmaları başlıkları genel olarak programda yer almalıdır. Bunun dışındaki başlıklar ise şubenin ihtiyacı üzerinde belirlenmelidir.

Kadın sekreterliği ile ortaklaşa kadın eğitimciler eğitiminin programlanması yapılmalıdır.

Basın Yayın

Periyodik bir haber bültenin çıkarılması,

Başta sağlık politikaları komisyonumuz olmak üzere diğer komisyonların tartışmalarının yer aldığı teorik bir yayının altı ayda bir çıkarılması,

Web sayfasının aktif kullanımını sağlamak. Şubelerle organizeli bir çalışma için eğitim basın yayın sekreterleri ile toplantının düzenlenmesi,

İnternet ortamının daha aktif kullanımı sağlanmalıdır

Sosyal İşler

Yitirdiklerimiz anısına yürüttüğümüz kültür sanat etkinliğinin başlatılması

Yaz kamplarının düzenlemesi konusunda bir faaliyetin örülmesi. Bu kamplar eğitim amaçlı da kullanılmalıdır.

HUKUK SEKRETERLİĞİ

Hükümetin hem sağlık hem de sosyal hizmetler alanında, bir yandan hizmet alanlarının dönüşümüne bir yandan da çalışanların haklarına yönelik saldırısı sendikamızın mücadelesinde hukuksal mücadeleyi kritik bir noktaya getirmiştir. Söz konusu saldırıların sistematik olarak devam edeceği gerçeğinden hareketle, hukuksal mücadele konusunda sendikamız, şubelerimiz ve temsilciliklerimizin güçlenmesi/güçlendirilmesi önemli bir görev olarak karşımızda durmaktadır.

Sendikamızın hukuk alanındaki mücadelesinin iki yönlü olarak yürüdüğünü söyleyebiliriz. Birincisi sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin işyerlerinde çeşitli şekillerde karşılaştığı sorunlar karşısında hukuksal destek sağlamak, ikincisi ise hem sağlık hem sosyal hizmetler alanlarının dönüşümü ve çalışanların haklarının gasp edilmesine yönelik saldırılar karşısında genel bir hukuk mücadelesi yürütmek ve her iki çerçevede de hukuksal mücadeleyi fiili mücadeleye dönüştürmek. Bu nedenle, bu alandaki mücadelemizin güçlendirilmesi, her iki yönde de sendikamız ve şubelerimizin güçlendirilmesi gereği bulunmaktadır.

Bu kapsamda;

1-Şube hukuk sekreterlerimizle bir araya gelinecek bir toplantı düzenlenmesi; hukuk sekreterliklerimizin ve şubelerimizin ihtiyaçlarının ve karşılaştıkları sorunların tespit edilmesi, hukuk çalışmalarında izleyeceğimiz yöntem konusunda tartışma yürütülmesi, şubelerimizin güçlendirilmesine yönelik çözüm önerilerinin geliştirilmesi ve bir planlama yapılması,

2-Sadece hukuk sekreterlerimiz değil, şube yönetimlerimizin bir bütün olarak hukuk mücadelesi konusunda güçlendirilmesine yönelik bir plan yapılması,

3-Çalışanlara ve alanımıza yönelik saldırılar günlük ve sistematik bir şekilde karşımıza çıktığından, üyelerimizin de kendi hakları ve karşılaştıkları sorunlar karşısında izleyebilecekleri yöntemler konusunda bilgilendirilmesi önemlidir. Bu nedenle üyelerimize yönelik bilgilendirme çalışmaları yürütülmesi, bunun için izleyebileceğimiz yöntem, ihtiyaç duyulacak materyallerin belirlenmesi şube yönetimlerimizle birlikte değerlendirilip planlama yapılması,

4-Sendika web sayfamızın özellikle hukuk alanıyla ilgili bölümünün şubelerimizden gelecek öneriler doğrultusunda yeniden düzenlenmesi; web sayfamızın bilgi paylaşımının daha aktif olarak sağlanabildiği bir düzeye getirilmesi gerekmektedir

Yukarıdaki mücadele programı sendikamızın önümüzdeki için bir çerçeve programı olup güncel durumlara göre örgütün ihtiyaçları doğrultusun yetkili organlarımızca ele alınıp gerekli düzenlemeler yapılabilir ve bir bütün olarak sendikamız bu programı hayata geçirmek konusunda kolektif bir çalışma anlayışı ile önümüzdeki dönemi birlikte yürütecektir.

 

İLETİŞİM: SES – Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Çankaya, Kızılay, Necatibey Cad. No:82 D: 4, 06420 Ankara Telefon: (0312) 232 61 22 e-Posta: [email protected]